Bir daha okuyalım çünkü ilk seferde anlaması gerçekten zor…
İnsan evindeyken bulamadığı mutluluk ve huzur için çıktığı arayışında evinden uzaklaştığı kadar kendine yabancılaştığında o aradığının başladığı yerde ve dışa yolculuğun içeriye olduğunu anlıyor.
Kısacası:
İnsanın kendini bulması için önce kaybetmesi lazım.
Burada yola revan olmak kavramı gündeme gelmeli. Revan ise farşçadan aldığımız: yürüyen, giden anlamına gelen bir kelimeymiş.
Varmak iyi, varınca, uzaktan, olduğun yeri daha iyi anlayabiliyor insan.
Ama bir de yolda olmak var. Hareket halinde, devingen olmak var, sanırım insana en iyi gelen bu olsa gerek…
Motosiklet ve uzun yol ve felsefesi; siz hangi içsel yolculuğu seviyorsunuz? 🙂
Motosikletçi olmak, felsefe kısmı var mıdır? Bu gibi sorular zaman zaman konuşulur. OMM’nin bültenlerinde çok güzel yazılar var, bir ara bakmanızı tavsihye ederim. Bu da o yazılardan birisi; buyurun makaleye 🙂
beyninizi güzel bir sürüşe çıkartın ve bir mil daha sürün
“Eğer nedenini bilirseniz, nasıl olursa olsun yaşayabilirsiniz.”
Bilindiği üzere Friedrich Nietzsche’ye atfedilmiş olan bu söz, birçok kez insanların korkunç terslikler karşısındaki dirençliliğini övmek için kullanılmıştır. Victor Frankl “İnsanın Anlam Arayışı” adlı kitabında Soykırımdan kurtuluşunu desteklemek için kullanıyor:
“Yaşamak için bir nedeni olan herkes, hemen her ‘nasıl’a dayanabilir.”
Belki motosiklet gibi bu kadar banal ve fuzuli birşeyden başlayan sayfalarda alıntılanmış olması size tuhaf gelebilir. Ama, nihayetinde, beynimizi bir sürüşe çıkarmaya söz verdik ve amacın bilinçliliği gibi çok az kavram benim beynimi hemen hemen her gün harekete geçirir.
Kendi kendiniziincelerseniz ya da çevrenizdeki insanları, birçok aktivitenin, birçok girişimin bu amaç bilinçliliğine ya da hedef farkındalığına sahip olmadığını kolaylıkla görmenizi sağlayacaktır.
Senaryoyu biliyorsunuz
Havaalanında uçağa binmeden önce, bekleme salonundaki samimi atmosferde arka arkaya otururken: arkamdaki adam ofisteki “aciz kölelerinden” birisi olduğunu tahmin ettiğim birine telefonda bağırarak emirler veriyordu… Sonra, nihayet bir anlık duraklama… Ama eğer son model bir akıllı telefonunuz varsa sessizlik ne kadar iyi olabilir ki? Nihayetinde, “Bir akıllı telefon sadece sevdiklerinize ulaşmanın yolu değildir, bir yaşam tarzıdır…”
Böylece, güçlü adamımız, uçuş macerasının bilinmeyen yol arkadaşı, başka bir arama yaptı ve hedefi olmayan bir sohbete başladı. Alışılmış giriş bölümünü atlıyorum çünkü hepimiz biliyoruz ki çok az kişi nasıl olduğumuzla gerçekten ilgileniyor: sohbet coğrafi bir açıklamayla devam ediyor “havaalanındayım” ardından bariz bir açıklama (eğer havaalanında çalışmıyorsanız) geliyor “uçağa bineceğim”. Bu da karşıdaki kişiyi etkilemeyi başaramıyor ve başroldeki kişi bu kez bağlantı kurma ve ilişkilendirme için yaratılmış meteorolojik çıkışı deniyor “Hava nasıl?”. Uzun bir sessizlik ve sonra telefon kapanıyor.
“Tüm dünya bir sahnedir ve bütün kadın ve erkekler sadece birer oyuncu.” sözü hiç bu kadar doğru olmamıştı ama amacı olmayan bir gösteriye katılmak ve kapsamı olmayan bir konuşmayı istemeden dinlemek hiç de eğlenceli değil.
Başkalarını yargılamak kolaydır, aynı eleştirel yaklaşımı kendine uygulamaksa daha zordur. Burada, motosiklet iyi bir öğretmen ya da en azından iyi bir düşünme aracı olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Geçtiğimiz yıllarda birkaç kez kendimi içimdeki “Bu sürüşün sebebi, amacı nedir?” sorusuna yanıt veremeden sürüş yaparken buldum.
Elbette, keyif almak (mutluluğun peşinden koşmak) insanların tüm eylemlerinin altında yatan amaç: ama kişi sadece eyleminin bir kapsamı varsa ve bunu biliyorsa keyif alabilir ya da mutluluğu yakalayabilir. “Neden” sorusu mutluluğun gerçek kaynağıdır.
Uzun yıllar önce, içgüdüsel sürüş tekniğime incelik kazandırmamı sağlayan sürücü, motosiklet sürmek için sadece üç sebep olduğunu söylerdi:
Motosikleti bir ulaşım aracı olarak kullanarak A noktasından B noktasına gitmek. Pratik, hızlı, ekonomik ve kıvrak bir araç.
Motoru bir araştırma aracı olarak kullanarak keşfetmeye gitmek. Yeni topraklar ve yeni yerler görmek, sanat ve tarihi ziyaret etmek, yeni insanlarla tanışmak. Sessiz, dostane ve çok yönlü bir yoldaş.
Motoru bir spor aracı olarak kullanmak için gelişmeye gitmek. Sürüş tekniğini üst seviyeye taşımak (yolda, off road, pistte, parkurda). Hatasız, tutku dolu ve acımasız bir eğitmen.
Derinlemesine düşünsem de, bu üç sebep veya kapsamdan daha fazlasını bulamıyorum ama farklı yollar varsa bu bültenin az sayıdaki okurundan öğrenmekten mutluluk duyarım.
Yine de motosiklete binmek ve hayattaki farklı aktiviteler bir kapsam tanımlamayı, bir hedef belirlemeyi, neden sorusu için açık ve net bir yanıta sahip olmayı gerektirir.
Ve hepimiz biliyoruz ki “Hiçbir savaş planı, düşmanla temastan sağ çıkamaz” (Helmuth von Moltke) ama kapsamdaki esneklik hiç olmamasına eşdeğer değildir.
Hayatımın bir kısmını istila eden beyhudelik ve ilerleyen yaşımın istenmeyen refakatçisi unutkanlık, sık sık belirli bir neden olmadan hareket etmeme (veya dinlenmeme) neden oluyor.
Toplantılar, telefonlar, mesajlar, seyahatler ve sürüşler, bu Bülten de, bir “neden” olmadan beyhude: bunların hepsi erkeklerin ve kadınların kendi kendini yücelten idollere, kar ve tüketime kurban edildiği israf kültürünün bir parçası: kaynakların israfı, doğanın israfı ve zamanın israfı.
“Hayatımız kısa değil, ama çoğunu boşa harcıyoruz.” diye yazmış Seneca 2000 yıl önce. Yaşam yeterince uzun ve çok büyük işler başarmamıza olanak tanıyan bir cömertlikle verilmiş… Ancak yaşam yumuşak ve özensiz bir hayat tarzıyla hesapsızca tüketildiğinde yaşamın geçip gittiğini fark ederiz. Bize verilen yaşam kısa değil ama onu biz kısaltıyoruz” Açıklamama izin verin: Burada “neden”i ya da kapsamı tartışmıyorum. 2.400 km. yapmak için 24 saat motor sürer ve bir IronButt sertifikası alırsanız bir “Neden”iniz vardır.
Belki herkes bu “neden”in değeri ya da soyluluğu hakkında hemfikir olmayacaktır ama bu da bir “neden”dir.
Eğer dünya rekoru kırmak için 980 metreden (320 feet) bungeejumping yapar ve Go-Pro’yu da iyi bir şekilde kullanır ve “hayatta olduğunuzu” hissederseniz bir “neden”iniz var demektir.
Bazıları böyle bir amaç için hayatınızı riske atmaya değip değmeyeceğini tartışabilir ama sonuçta bir “neden”dir.
Beyhudelik, beyni kullanmaya gerek olmadan ve kapsamı açık veya algılanır olmayan rutin bir sürüş ya da “rutin bir eylem”e izin vermektir.
Bu yeni Sonbahar Sezonu için bir davet ve almış olduğum bir karardır: yola çıkmak ve daha soğuk olacak bu sezon boyunca bir kapsamla sürmek.
Sürüş becerilerinizi (tek bir unsurla sınırlı ve sadece tek unsura özgü olacak şekilde: frenleme, yönlendirme, gaz kontrolü, viraj alma vb.) geliştirmek için, sanat ve tarihle buluşmak, yeni coğrafyalarda yeni arkadaşlar edinmek için yola çıkın.
Ve bununla birlikte, sadece hukuk dili ya da yönetimsel anlamıyla değil, aynı zamanda “Neden”in her türlü “Nasıl” ve “Ne”ye ulaştıracağını bilmenin vereceği zevk ve keyif için eylemin çoğunu bir “Kapsamla” yapın.
Birisi pilot, birisi kasap; bir üçüncüsü sabah beş buçukta yola düşüp bizler için Balıkesir’den İzmir’e geldi. Pilot olan gece bir buçukta evine gelmiş uçuştan, tüm gün bizimle uğraştı; grup olarak değil teker teker aldı bizi, gitti geldi aynı yolu defalarca; akşam yedi buçukta tekrar evden alacaklardı yeni uçuş için, olmaz dedi, şu virajlı yollarda erkesi teker teker alayım da tam olsun dedi.
Bu adamlar eğitmen ya da ROADAR seviyesinde adamlar. Bizden para almadılar. Anlattılar, gözlediler, bir daha gözlemlediler, bir daha anlattılar. Bizlere bir şeyler vermek için, bir şeyler katmak için çabaladılar. Biz gün boyunca verilen molalardaki çaylarını ödedik diye de rahatsız oldular…
Şimdi ya motosiklet böyle bir şey, ya ART’ın hocası da iyi öğrencisi de adam gibi adam, ya da bizler çok şanslıyız. Benzinlerini de ceplerinden mi ödediler bilemiyorum 🙂 fakat bizler bu gün için kimseye para ödemedik.
İşte böyle şeyler yaşadıkça hem bu işe başladığıma, hem kulüp işine bulaştığıma, hem yönetim kurulu üyesi olarak çektiğim sıkıntılara, hem de camiadakilere yarattığımız faydalara dayanarak: “Motosiklet güzel şey!” diyorum.
A.R.A. Yol 46’da Jon Taylor ile konuştuk | Levent Vardar (Kuşada) Mayıs 2009 @ OMM Bültenleri
Benim OMM ile tanışmam 2006 senesinin Haziran aylarında oldu. Daha eğitimde aldığım bilgileri, becerileri hazmedemeden geçen yoğun bir yaz sezonunun ardından Eylül ayında İngiltere’den bir hocanın eşliğinde yapılacak olan bir ARA-YOL eğitiminden bahsettiler. Katıldım.. O günden sonra motosiklet ile ilgili hem sürüş hem de günlük hayata bakış açım komple değişti. Jon Taylor ile ilgili o yıllardan aklıma ilk düşen; önümde, motosikletinin selesinde sanki evinin oturma odasındaki koltuğunda oturmuş Play Station’da motor sürüyor gibi rahat giden bir adam. Zaman içerisinde Jon Taylor’un İzmir bölgesindeki ARA-Yol sürüşlerinde O’na tercümanlık yapmaya başladım. Bu da onun sabrını, ustalığını, eğitmenlik ve bilgelik arasındaki yeteneğini, alçak gönüllüğünü tanımama neden oldu. OMM’nin 10. yılında yayınladığımız bu “Öncülerle Tanışın” özel sayımızda bu sefer O’nu sizlere daha detaylı tanıtmak istedim. Türkiye’ye gelmeden önce cevapladığı sorularımızın üzerinden 9-10 Mayıs 2009 tarihlerinde Ege’de yapılan ARA-YOL 46 sürüşü esnasında geçtik ve detaylara indik.. Öylesi alçak gönüllü ki; Kimsiniz? diye sorunca.. Neyse siz okumaya başlayın en iyisi..
Jon: ‘Motosiklet sürme’ tutkusuna sahip, Londra’nın dışında yaşayan, evli ve emekli bir Trafik Polisi.
Levent: Peki, yarışçı, iki teker üzerinde bir polis memuru, aynı zamanda eğitmen ve gözetmen olarak birçok kişinin çelişkili olarak nitelendireceği deneyimleri birlikte yaşamış bir motor sürücüsü olan Jon Taylor kimdir? Bize motosiklet kariyerinden bahseder misin?
Jon: İngiltere’de yasal olarak motosiklete binme yaşı olan 16 yaşıma bastığım gün iki teker üzerinde yolculuğuma da başlamış oldum. Yaşımı doldurduktan 9 gün sonra sürüş eğitimime başladım ve muhakemeden ziyade daha çok şansım yardımıyla sınavı geçtim. Birleşik Krallıkta şu anki sürücülük eğitimleri bulunmuyordu, en azından benim büyüdüğüm şehirde yoktu. Her kesin yaptığı aptallıkların tümünü ben de yaptım; çoğunlukla becerimin çok üstünde sürdüm, scooter’ımı (Lambretta GT200) daha kullanmaya başladığım ilk günlerde hemen en üst hızında sürüyordum. Gerçekte motordan hiç düşmememe rağmen, küçük tekerleklerin ıslak yollardaki limitlerini oldukça erken farkettim. Bir yıl içerisinde motosiklete geçtim ve en sonunda bir Triumph Bonneville 650 kullanmaya başladım.
Motosikletli Trafik Polisi olmak amacıyla Polis motosiklet eğitimi aldım ve Motosiklet Sürüş Sanatı’nı (Roadcraft) keşfettim. O anda yaptığım bazı şeylerin neden gayet güzel işe yaradığını, bazılarının da yaramadığını öğrendim. Böylece sürüşümden yeni bir keyif almaya başladığımı keşfettim.
Ben de kendimden birşeyler verme hevesiyle, RAC/ACU sürücü adayları sisteminde bir eğitimci olarak başladım ve ardından I.A.M.’de gözetmen oldum.
Daima, sürüşümü daha ileri seviyelere taşımak amacıyla yeni mücadele alanları ararken, RAC/ACU eğitim sisteminden bir eğitimci arkadaşım bana, yarışmaktan hoşlanıp hoşlanmayacağımı sordu. O zamanlar kulüp yarışçılığının en masraflı taraflarından biri karşılaşmalara gidip gelmekti; arkadaşımın iki tekerli bir römorku vardı, böylece masrafları paylaşıyorduk. Bu aynı zamanda, herhangi bir karşılaşma sırasında birimiz kaza yaparsa diğerinin ona destek olacağı anlamına geliyordu. ‘Sistem’ içerisinde uygulanan temel kuralların pistteki sürüşümde de uygulanabildiğini keşfettim, kendin hakkında olabildiğince fazla bilgi topla, ve tehlikeden (genellikle virajdan) önce pozisyonunu, hızını ve vitesini ayarlamış ol, ancak tüm bunları normalde yolda yapacağından daha üst üste binmiş biçimde yap. Bunun dışında herşey temelde aynı. Ayrıca, haftasonu yarışçılarının, tüm hava şartlarında kullanan yol sürücüleri kadar ıslak zeminde kullanmaya alışık olmadıklarını da keşfettim, bu nedenle ıslak havalarda benim bazı yarışçılara karşı büyük bir avantajım oluyordu!
Halen farklı mücadeleler arayışındaydım. Nürburgring’deki sürüş okuluna katıldım. Daha sonra bir grup Amerikalı gazeteciye katılmak üzere aynı yıl içinde tekrar davet edildiğimde çok memnun olmuştum. O kadar eğlenceliydi ki, sonrasında her sene tekrar döndüm ve sonunda ilk olarak Performans Motorları dergisinin ‘Nürburgring Frenzy’, sonraki yıllarda da Yamaha ve Schuberth Helmet GmbH gibi bazı uluslararası kursları yönetmek konusunda sahip olduğum deneyimle eğitimci olmak üzere davet edildim. İngiltere’de Nürburgring Riders Club’ı kurduk ve kurslar düzenledik, 2001 yılında Nürburgring GmbH’de yönetim değiştiğinde, artık devam etmek mümkün olmayınca son vermek zorunda kaldık.
1999 yılında bu kurslardan birinde Paolo Volpara ile tanıştım. Benim öğrencilerimden biri değildi ancak her sabah kahvaltıya indiğinde onunla karşılaşıyorduk. Kursun son gününün sabahında parkurda serbest sürüşe izin verilmişti, o sırada yanıma geldi ve birlikte bir kaç tur atmak istedi. Çeşitli konulardan konuşmaya başladık ve Türkiye’ye gelerek Türk motosiklet camiasıyla tanışmamı teklif etti. Prensipte Kabul etmiştim ancak o zaman bundan bir şey çıkacağına inanmadığım için üzerinde çok da fazla düşünmedim.
O kış Londra’da ailesiyle kaldığı otelden benimle irtibata geçti ve bir sonraki yıl için planlarımı sordu. Gerisini de biliyorsunuz zaten!
Levent: İlk kez Nisan 2001’de eğitim için buraya geldiniz ve o zamandan beri her yıl dört-beş kez ARA yol eğitimine katılan bir müdavim oldunuz. İlk sorumuz, neden?
Jon: Hımm bir bakalım, tarihte önemli yere sahip egzotik bir ülkeye davet ediliyorum, olağanüstü Türk misafirperverliğiyle ağırlanıyorum, güzel bir otelde kalmam ve iyi bir motosiklet kullanmam sağlanıyor, harika bir gün ışığı eşliğinde, muhteşem manzarayı izleyerek ve kafa dengi motosiklet sürücüleriyle bir araya gelerek ‘ilginç’ yollarda sürmem isteniyor; cidden niye diye soruyor musunuz?
Levent: Peki. Bu deneyim size neler kazandırdı?
Jon: Yukarıdaki-lerin tümü ve daha fazlası. Bir insanın hayatında bazı zamanlar vardır fırsatlar önünüze konur ve siz ya geri çevirir ve neler olabileceğini sonsuza dek merak edersiniz, ya da iki elinizle kabul eder ve sürüş için beklersiniz. Ben hayatın daima bu tarz tercihlerin sonucunda daha da zenginleştiğini düşünürüm.;
Levent: Türkiye’de sekiz yıldır sürücüleri eğitiyorsunuz ve Türkiye’nin zorlu yollarında, pistlerde ve bazen de off-road parkurlarda 1000’den fazla motosiklet sürücüsünü sürüş esnasında görmüşsünüzdür. Size göre Türkiye’de motosiklet kullanmanın zor tarafları neler? Ve Avrupa’dan farklı olan neler var?
Jon: Türkiye’deki koşulların, ıslandığında daha da beter hale gelen zorlayıcı yol yüzeylerinden tutun da, yol adabı konusunda farklı bir kültüre uyum sağlamaya kadar “tamamen önceden tahmin edilemez” olması.
Bu tahmin edilemezlik durumu, İngiltere’dekilerden çok farklı becerilere sahip otomobil ve motosiklet sürücüleri yaratıyor. İngiltere’de herkes yolda son derece kibar ve başta yol yüzeyleri olmak üzere koşullar çok daha güvenli. Ancak bu, daha güvenli koşullar, sürücülerin birçoğunda kayıtsızlığa neden oluyor. Genel olarak çevrelerinde olup bitenin daha az farkındalar ve çoğunlukla araç kullanırken kendilerini “kapatıyorlar”.
Bu tarz bir davranış biçimiyle Türkiye’de çok uzun süre hayatta kalmanız mümkün değil. Ancak işte bu tahmin edilemezlik sebebiyle, Türkiye’deki otomobil ve motosiklet sürücüleri çevrelerinde olup bitenin çok daha fazla farkındalar. Kavşaktan önünüze aniden çıkan bir araç örneğini ele alalım. İngiltere’de böyle bir şey ancak sürücü o an dalmış olduğu ve sizin kendisine yaklaştığınızı farketmediği için olabilir. Burada ise sürücü muhtemelen sizin yaklaşmakta olduğunuzun tamamen farkındadır ancak dönüşü zamanında yapabileceğini düşünmüştür. Bunların tümü genelleme elbette; ama benim inancım bu. Zorlayıcı koşulların bir yan etkisi daha vardır, öğrenme hızı çok daha yüksektir. Mukayese ettiğimizde, İngiltere’de yüzmeyi önce yüzme havuzunun sığ kenarında başlayarak öğrenirsiniz, Türkiye’de ise doğrudan derin kısmına dalarsınız.
Benim fikrime göre, Türkiye’de eğitimin İngiltere’dekine göre çok daha hayati olmasının nedeni de bu.
Levent: Asla unutmayacağınız bir anı ya da bir sürücü var mı?
Jon: Hiç OMM eğitimi almamış bir sürücüyü ‘uygulamalı’ I.A.M. sınavına tabi tutmuştum. Sınavın başında, bazıları tarafından ‘agresif’ bir sürücü alarak nitelendirildiği konusunda beni uyardı. Daha uygulamalı sınavın yarısına bile gelmemiştik ki yoldan çıktı ve hastanelik oldu. O anda yaralarının hayati olduğunu düşünmüştüm ama yolun kenarından 10 metre kadar aşağıya düşmüş biri olarak gerçekten çok şanslıydı. Sonuçta ‘yalnızca’ kırık bir köprücük kemiğiyle kurtuldu. Tabi bu olaydan sonra bu uygulamayı bir daha tekrarlamadığımızı söylememe gerek yok herhalde!
Levent: Sizinle birlikte OMM “yol sürüşüyle” ehliyet sonrası eğitimi veren tek grup ve en başından beri OMM programını siz yönetiyorsunuz. Tanıştığınız sürücülerin genel bilgi seviyesi hakkındaki değerlendirmeniz nedir?
Jon: Çeşitlilik gösteriyor. Tahmin edersiniz ki bazıları OMM’ye motosiklet kullanmanın en erken aşamalarında geliyorlar ve şansları tükenmeden önce biraz deneyim kazanmak için ‘doğru’ yöntemi arıyorlar. Diğer yandan, bağlılıkları, bilgileri ve tümüyle sürüş becerileri ile beni hayranlık içerisinde bırakan bir avuç insanla karşılaştım. Onlar İngilterede karşılaştığım en iyilerle aynı seviyedeler.
Levent: Sizce Roadcraft sistemi, hiçbir değişiklik yapılmadan Türkiye’de uygulanabilir mi? Yerel altyapıyı kullanırken ve düzensiz trafikle yüzyüze geldiğinde bir sürücünün karşılaştığı zorluklar nelerdir?
Jon: Dünya üzerinde, yollarda insanların kullandığı mekanik motorlu araçların seyahat ettiği her yerde inanıyorum ki Yol Sanatı’nın temel prensipleri geçerlidir. Dünyanın birçok ülkesinde motosiklete bindim ve her birinde de tümüyle aynı prensipleri uygularım.
Levent: Yerel eğitimcileri eğitmek için de bir program (CAT) geliştirdiniz. Bu program nasıl gidiyor ve sizin programdan beklentileriniz neler?
Jon : Görünüşe göre gayet iyi ilerliyor, önümüzdeki aylar gösterecek. Motosiklet kullanım becerisinin, genelin sadece %25’i olduğu bir durumda gerçekten oldukça zorlayıcı. %75 ise iletişim becerisi ve bu da her öğretmenin de mutlaka belirteceği gibi son derece zorlayıcı olabiliyor. CAT kursuyla OMM, İngiltere motor camiasının bile sahip olmadığı bir şeye sahip. İngilterede “Polis Sürüş Okulu Eğitmeni eğitimi” temel alınarak hazırlandı. Paolo Volpara daima en iyinin iyisine sahip olmak için ısrar eder, benim de ona vermeye çalıştığım bu.
–
Levent: Siz Türkiye için I.A.M. (examiner) gözlemcisisiniz ve ziyaretleriniz sırasında 50’den fazla sürücüyü tam üyelik hakkı verdiniz. IAM sınavını geçmenin iyi yönü nedir ve neden bu kadar fazla kişi bu sınavda başarısız oluyor?
Jon: Mümkünse bu sorunun son bölümünü ilk olarak yanıtlamak istiyorum. Türkiye’ye ilk geldiğimde Paolo Volpara’nın bana koştuğu şartlardan biri, eğitim ve sınavların Avrupa’nın en iyisi seviyesinde olması talebiydi. Bazı yabancıların Türkiye için sunduğu standartların o an mevcut olan en iyi standartların altında olduğu, kısacası bir ‘Türk’ versiyonu uygulandığı şeklinde -doğru ya da yanlış- bir görüşü vardı. Ayrıca, ülke dışında olduğumda Türkiye’deki standartları kolayca gözlemleyebilmem için düzenli erişimim olmadığını düşünürsek, yüksek hedefler belirlemek ve arada biraz ‘kayma’ mesafesine izin vermek, zaten standartların I.A.M.’in İngiltere’de uyguladığı seviyede olması anlamına geliyor. Dolayısıyla, sınavı geçmek için gereken standart aslında İngiltere’de olduğundan daha da zorlayıcı olacaktır, çünkü en başta Türkiye’deki koşullar çok daha zorlayıcıdır.
İngiltere’de I.A.M. sınavını ‘iyi dereceyle’ geçmiş bir sürücüyü alıp ona Türkiye’de aynı egzersizi tekrarlatmayı çok isterdim; sanırım kötü bir sürprizle karşılaşırlardı!
Şimdi sorunun ilk kısmına dönersek, I.A.M. sınavını geçen bir sürücü yalnızca kendisine zorlu bir hedef belirlemiş olmakla kalmaz, aynı zamanda bir gün o hedefe ulaşmayı başardığı tasdiklenmiş olur. Ayrıca umuyorum ki, makineleri üzerinde I.A.M. armasını gururla sergilemek, onları motosikletlerini her sürüşlerinde geliştirdikleri o yüksek standardı korumaları konusunda da teşvik edecektir.
Levent: Şimdi de bize ilerideki planlarınızdan bahsedin: Türkiye’de OMM ile neler yapmak istersiniz? Usta sürücülüğün sizinle gelişimini nasıl buluyorsunuz?
Jon: Türkiye’de benim varlığım olmadan, ama yine de I.A.M. bayrağı altında ve temsil ettiği her şeye bağlı kalarak daha fazla özerklik olabileceğini düşünüyorum. Gözetmenler, Kıdemli Gözlemciler ve Gözlemcilerin yerel olarak tedarik edildiği ve bu tür bir değişimin neden olabileceği standartların düşmesi gibi bir sorun olmaksızın tüm yapının yerine oturduğunu görmek isterim. Beni sürekli olarak İngiltereden buraya uçurmak ve konaklamamı karşılamak ve motor tedarik etmek OMM için oldukça pahalıya geliyor. Bu durum, daha fazla sürücüye şu an erişebildiklerinden daha yüksek seviyede eğitim fırsatı yaratacaktır. Yolu yarıladık sayılır, umuyorum ki I.A.M.’in İngiltere’deki merkez ofisinin de onayıyla bunu başaracağız. İşte o zaman benim Türkiye’deki görevim tamamlanmış olacak.
Levent: Bir kaç soru daha
Motosiklete binmek dışında en sevdiğiniz faaliyet nedir?
Başka bir şey var mı ki?; Şaka bir yana, eşimle gezilere gitmeyi severim (ops.. pardon, bu da motosiklete binmek demek oluyor…) pist günlerine (trackday) katılmayı severim (hay allah bak yine aynı şeyi yaptım…) ama İngiltere’de yolların çok da keyifli olmadığı ‘kış aylarında’ tutkum Home Cinema, tüketiciye yönelik elektronik aletler söz konusu olduğunda hafif bir ‘Teknoloji Delisi’ sayılırım.
Sele üzerindeki günlerden hala keyif alıyor musunuz?
Derler ki, hobinizi mesleğiniz haline getirdiğiniz zaman bir hobi kaybedersiniz. Ben öyle olduğunu düşünmüyorum, kazalar dışında motosiklete binmenin her yönünden hala keyif alıyorum. Üzücü ama gerçek -yalnızca motosiklete binerken gerçekten yaşadığımı hissediyorum. Paolo’nun motosiklete binmenin ruhunu nasıl etkilediğini, motor üzerinde seyahat ederken yaşanan tüm deneyimlerin nasıl bir şekilde daha coşkulu olduğuna dair birçok makalesini okudum. Ben de tamamen aynı şekilde hissediyorum, motosiklet kullanmak insanın ruhuna işliyor, bir şeyler katıyor.
Şimdiye kadar sürdüğünüz en iyi motor?
– Açıkçası bu soruya kesin bir yanıt veremem, birçok yönden hoşuma giden birçok farklı model var ve bana sorduğunuz güne bağlı olarak muhtemelen seçimim değişecektir. Eğer mutlaka bir tanesini seçmek zorunda bırakılırsam, bugün olduğu gibi, kulağa ne kadar sıkıcı gelirse gelsin seçimim muhtemelen Honda ST1300 olacaktır. Diğer her motor gibi kusurları var elbette, ama boyuna ve göreceli güç eksikliğine bakıldığında beklenenden çok daha becerikli. Beni şaşırtmaktan asla vazgeçmiyor.
Peki en kötüsü?
Bunun cevabını sakıncası yoksa kendime saklamak istiyorum, bir çok potansiyel arkadaş kaybedebilirim…
Sürmek isteyeceğiniz ama hiç sürmediğiniz motosiklet hangisi?
Rossi’nin Honda V5’i; sadece o deneyimi yaşamak için…
Türkiye için en uygun motosiklet hangisidir?
Herhangi bir trail motor olabilir, ancak benim özellikle düşkün olduğum motor Africa Twin’dir. Bir keresinde Apo’nunkini kullanmıştım ve ne kadar becerikli olduğuna inanamamıştım ve o zaman bile nispeten eski bir modeliydi!
Ekipmanınızdaki favori parça?
Tahmin etmesi çok da güç değil; Aerostich tulumum elbette!
Trafik yasalarında yapılacak BİR DEĞİŞİKLİK için Türk yetkililere öneriniz?
Batı Avrupa’nın tümünde olduğu gibi, motosikletler için hız sınırının otomobillerinkiyle aynı seviyeye gelmesi için yeniden düzenlenmesi.
İngiltere ve Türkiye’yi sosyal yaşam bakımından kıyasladığınızda; bu iki ülke toplumunun gözünden baktığınız zaman motosiklet sürücüsü hangi konumda? Bize başlıca farklılıkları açıklar mısınız?
Bu soruyu yanıtlamak için yeterli birikime sahip olduğumdan emin değilim, çünkü Türk toplumu içerisinde motosiklet kullanımı hakkındaki bilgim sadece tahminden ibaret. Ancak şunu söyleyebilirim ki, son dönemlere kadar İngiltere’de motosiklet kullanmak genelde küçümsenirdi. Bunun nedeni çoğunlukla 50’lerdeki belalı Amerikan motorcularını anlatan filmlerdi. Ancak, diğer bir neden de İngiltere’deki genel algı “ancak otomobil alacak paran yoksa motor kullanacağın” yönündeydi.
Sanırım Türkiye diğer tüm Batı Avrupa ülkeleri gibi motosiklet kullanmayı daha çok refah içinde ve heyecan arayışında bir aktivite olarak görüyor. Motosiklet kullanmanın yüksek maliyetleri nedeniyle artık bu imaj İngiterede de oluşmaya başladı. Otomobil kullanmak zorunda kalabilirsiniz, ancak motor kullanmayı tercih edersiniz; işte aradaki önemli fark budur.
Bana göre motosiklete binmek tümüyle EĞLENCE’dir, ve diğer hobilerin aksine, gerek işe giderken, akşam dışarı çıkarken, gerek tatile giderken ya da kafa dengi dostlarla bir araya gelip motorlar hakkında konuşurken, her gün kolaylıkla ulaşabileceğiniz bir şeydir. Bir sürücü olarak ne kadar iyi seviyeye gelirseniz, motorunuzdan da o kadar keyif alırsınız.
Son olarak, Türk motosiklet kullanıcılarına aktarmak isteyeceğiniz en önemli tavsiye.
Asla sürüş becerilerinizi geliştirmeye çalışmaktan vazgeçmeyin. Bir Olimpiyat atleti, mevcut seviyesini korumak için her gün en az 6 saat çalışmak zorundadır, ne kadar iyi duruma gelirseniz o seviyede kalmak o derecede zorlaşır.
Jon Taylor ile konuşmamızın ardından özellikle not aldığım, aklımda kalan bir kaç cümle…
Bana göre motosiklete binmek tümüyle EĞLENCEdir, ve diğer hobilerin aksine, gerek işe giderken, akşam dışarı çıkarken, gerek tatile giderken ya da kafa dengi dostlarla bir araya gelip motorlar hakkında konuşurken, her gün kolaylıkla ulaşabileceğiniz bir şeydir. Bir sürücü olarak ne kadar iyi seviyeye gelirseniz, motorunuzdan da o kadar keyif alırsınız.
Asla sürüş becerilerinizi geliştirmeye çalışmaktan vazgeçmeyin. Bir Olimpiyat atleti, mevcut seviyesini korumak için her gün en az 6 saat çalışmak zorundadır, ne kadar iyi duruma gelirseniz o seviyede kalmak o derecede zorlaşır.
Dünya üzerinde, yollarda insanların kullandığı mekanik motorlu araçların seyahat ettiği her yer-de inanıyorum ki Yol Sanatı’nın temel prensipleri geçerlidir. Dünyanın birçok ülkesinde motosiklete bindim ve her birinde de tümüyle aynı prensipleri uygularım.
Paolo’nun motosiklete binmenin ruhunu nasıl etkilediğini, motor üzerinde seyahat ederken yaşanan tüm deneyimlerin nasıl bir şekilde daha coşkulu olduğuna dair birçok makalesini okudum. Ben de tamamen aynı şekilde hissediyorum, motosiklet kullanmak insanın ruhuna işliyor, bir şeyler katıyor.