Korku beden üzerinde doğrudan etkide bulunur. Tehlikeyle karşılaştığında beyninizin ve vücudunuzun yapabildikleri şaşırtıcıdır. Bu mekanizmaları öğrenmek ve nasıl çalıştıklarını bilmek yönetebilmemizi ve kontrol edebilmemizi sağlar.
Eğitim bu mekanizmaları doğru çalıştırmak için alıştırmalar ve şekillendirmeler yapar.
Tehlike, Korku Anında Neler Olur?
Bütün vücut irkilir Bu dikkatimizi dağıtır ve bizi yoldan koparır. Aslında bu bütün kaslarımızın kasılmasıdır.
Vücudumuz tehlikeye hazırlanmış ve gücü hazırlamıştır.
Baş öne eğilir Hedef küçültür ve saldırmaya hazır hale geliriz. Bu, bakışımızın düşmesi demektir. Bakış düşünce çıkışı ve kaçış alanımızı göremeyiz. Önümüze bakmak korkumuzu arttırarak kontrolümüzü zayıflatır hatta yok eder.
Bunu soğuk ter izler. Kalp atışı hızlanır, ağız kurur (adrenalin salgısı) Karar verme mekanizması giderek devreden çıkar ve içgüdülerimiz baskınlaşmaya başlar.
Beyin tehlikeye kilitlenir Artık düşünerek karar verme hareket etme yoktur. İlkel beyin hayatta kalma hareketlerine başlar (kolları yüze kapama gibi refleks ve engellenemeyen hareketler).
İlkel korku sistemi adı verilen bu bilinçsiz tepki vücudun tehlike alarmıdır. İnsanın daha ne olduğunu anlamadan eğilmesini, atlamasını/harekete geçmesini veya donup kalmasını sağlar.
Beynimiz, tehlikeye önceden programlandığı şekilde tepki verir. Beyindeki yapılar ve devreler tarih öncesi ilkel atalarımızdan gelir. Yüz binlerce yılın birikimiyle beynimiz otomatik pilota geçer ve kontrolü ele alır; bilinci devreden çıkarır.
Tehdide verilen tepki tamamen içgüdüseldir… Çoğunlukla da istem dışıdır.
Panik Varsa Kontrol Yok
Beynimiz her şeye rağmen bizi korumak için çalışır. Panik de aslında bizi korumak içindir fakat sorun şu ki panik anında bilinç değil bilinç altındaki ilkel beyin kontrolü ele alır*. Bu da gerçeklikten kopmamıza ve yanlış hareketler yapmamıza sebep olur.
Yapmamız gereken bilinci açık tutmak, paniklemeden süreci yönetebilmektir. Eğitim bu işe yarar çünkü eğitim: kalıcı davranış değişikliğidir.
İleri okuma bilgi için “+” simgelerine basabilir ve ayrıntıları görebilirsiniz.
Bir tehditle karşılaştığında vücut bilinçsiz bir tepki verir: – Kork, KAÇ (kurtul), – Kork, SAVAŞ buradaki korku ilkel korkudur ve belirli bir noktadan sonra kontrol edilemez.
Beyin tehlikeye evrim sürecinde programlanmış düzeyde cevap verir.Korku anında verilen tepki içgüdüsel yani istemsizdir.
Beyne alarm verildiğinde fiziksel ve duygusal birçok tepki verilir. Kişi alışılmadık bir durum karşısında korkuya kapılır. Eğer deneyimi varsa kurtulur. Kişi ne yapacağını bilse dahi korku etkiler. Korku duyuları keskinleştirir olacaklara hazırlar. Hayatta kalmak için savaşılır.
Hayatımızı tehdit eden bir olay karşısında sinir sistemimiz inanılmaz ölçüde harekete geçer. Ölüm ve yaşam enerjisi budur. Bu enerji hayatta kalmamızı sağlar. Korkuda bireysel farklılıklar mevcuttur. Bundan korunmanın yolu korkuyu kontrol etmektir.
İyi motosiklet sürücüsü nasıl tepki verir?
Birinci olarak ileri baktığı için tehlikeyi erken algılar.
Hazır olduğu için korkmaz, paniklemez. Bilinci ve kontrolü yerindedir.
–
Tut ki panik oldu, bu defa da Kapalı Alan Eğitiminde edindiği beceriler devreye girer: omuzlarını düşürür, kollarını serbestleştirir, dizleriyle motosiklete iyice sarılır, frenlemeyi doğru yapar ya da kaçış manevrasını başarıyla uygular.
Peki neymiş bu? Kabaca ifade etmek gerekirse monta takılmış hava yastığı. Mont olarak giyiyor ve sürüyorsunuz. D-Air gerek görürse, yani düştüğünüzü algılarsa şişiyor ve sizi korumaya alıyor.
İşe yarar mı peki? En alttaki bağlantıda videolar var, izleyin. Motosiklet araçlara çarptığı zaman olanları görmek beni ikna etmeye yetti. Yerde sürüklenirken işe yarayacağı ise kesin.
İşin zor kısmı, ki yıllar süren buymuş, motosiklete bağlı olmadan kendi kendine açılması gereken durumları güvenilir şekilde tespit eden bir bileşkenin (sistemin) tasarlanmasıymış.
D-Air serisinin çeşitli türleri var, yol, yarış gibi. Yani sürüş tarzımnıza uyfgun bir D-Air ürünü bulabiliyorsunuz. Baktığım kadarı ile olumlu yorumlar var yurt dışı sitelerde. Fiyatı ise yedi yüz pound civarlarında. Kullananlar da memnun, daha doğrusu ek bir hantallık ağırlık yok diyorlar. Henüz düşen ve korumasını test eden yorum okumadım lakin Dainese’in test videoları ve değerlendirmelerde yeterince olumlu görüş mevcut.
Biraz da kendi sitelerindeki bilgilere bakalım:
Rakamlarla D-Air Racing
15 milisaniye: D-air® Racing’in en sert darbelerde harekete geçme süresi
4 Litre: Omuzları, köprücük kemiklerini, göğüs kafesini koruyan D-air® Racing hava yastığı bileşkesinin (evet “sistem” kelimesinin türkçesi “bileşke”) , hacmi.
% 85 : D-air® yüksek basınçlı hava yastıklarının omuzlara binen etkiyi sönümleme (engelleme) oranı.
7: Sürücünün hareketlerini izleyen ve donanıma tümleşik çalışan algılayıcı (sensör) sayısı.
650 gram: D-Air’in toplam ağırlığı.
Çalışma Şekli D-air® Racing’in tetik algoritması (bir sorunun çözümü için kullanılan işlemler dizisi) çarpışma etkilerinin var olup olmadığını gözleyerek yelek tarafından sağlanacak ek korumaya ihtiyaç olup olmadığını kararlaştırır.
Kullanıma Uygunluk D-air® Racing motosiklete fiziksel bağlantısı olmayan ilk bileşkedir.
Kendine Yeterlilik D-air® Racing motosiklete takılması gereken her hangi bir algılayıcı içermez.
Uzak Ölçüm (Telemetri) D-air® Racing veri toplama özelliği ile pistteki sürüşünüz hakkında bilgi edinmenizi sağlar.
Belgelendirme D-air® Racing saygın TÜV SÜD onayına sahiptir.
Ufak ufak değil bayağı bir ortalarda dolaşmaya başladı bu elektrikli motosikletler. Mission R’dan sonra hoşuma giden bir elektrikli daha. Bora paylaştı Facebook’da, biraz araştırınca aslında hayli iyi olduğunu gördüğümüz bir motosiklet çıktı Brammo’lar.
Resimde görülen Empulse adlı model. Fakat üretici firma Brammo’nun arazi hatta polis motorları bile var. Alt kısımda ayrıntılı özellikler var ama malzeme kalitesi de son derece iyi kullanılan markalara bakılırsa…
Gelelim şarj meselesine. Her ne kadar otoyol kullanımında menzil düşük olsa da, şehir içi 200 km.’lik menzil bana kalırsa son derece yeterli. Tabii ki bu menzili 3.5 saatlik hızlı şarjda elde ediyor olmak da bana kalırsa başarılı. Amerika’da 16bin dolar olan fiyat hala biraz yüksek kalsa da, anlaşılıyor ki elektrikli motosikletler teknik olarak alınabilecek yeterliliğe gelmişler. Anlaşılan o ki önümüzdeki beş sene içerisinde fiyatlarıyla da benzinlilere iyi bir seçenek haline gelecekler.
Ne dersiniz, gelecek elektriklilerde mi yoksa?
Model
Empulse
Empulse R
Motor Tipi
PMAC Motor
Parker GVM IPM Motor
Motor Gücü
40kW, @ 6,000 rpm (54 hp)
40kW, @ 4,500 rpm (54 hp)
Tork
63Nm
90Nm
Pil Özellikleri
Kapasite: 9.31 kWh (nominal), 10.2 kWh (maks.) Voltaj: 103.6 V (nominal) Ömür: 1,500 çevrim (80% kapasite) Şarj Süresi: 1. seviye ile şarj süresi: 8 Saat. (0 – 99% ) 2. seviye ile şarj süresi:: 3.5 Saat. (0 – 99% ) ikinci seviyedeki şarjın her on dakikası yaklaşık 7 km. menzile denk gelmektedir.
Motosikletin en önemli parçalarından birisi olan amortisör, sönümleme (süspansiyon) sağlayarak, yol hissi ve sürüş konforunu belirler. Amortisör görevini iyi yapmazsa motosikletin hem yol tutuşu, hem viraj hem de fren başarımı düşük olur.
Başka bir deyişle iyi çalışmayan bir amortisör motosikletimizin yol tutmamasına, geç durmasına, viraj dönme kabiliyetimizin azalmasına ve ayrıca konforumuzun düşmesine sebep olur.
Baş aşağı olsun ya da olmasın, amortisörler hidrolik sistemle çalışır. Yani motosiklet amortisörleri yağla çalışır. Bu yağın akışkanlığı (ince ya da kalın olması; yoğunluğu) hesaplıdır ve miktarı belirlidir. Amortisör ayarları varsa, bunlar da yağın geçtiği (yağ akışının kontrol edildiği) aralıkları değiştirir.
Amortisör yağları süreli malzemedir. Zamanla yapısal bozulma yaşarlar ve değiştirilmeleri gerekir.
Amortisör yağı her 10.000 ila 15.000 kilometrede bir değiştirilmelidir.
Amortisör içindeki yağ nasıl değiştirilir?
Kullanıcı el kitabında bulamasanız da servis el kitabınızda mutlaka vardır.
Doğru yağı piyasada rahatlıkla bulabilirsiniz. Dikkat etmeniz gereken tek ölçü var: doğru miktarda yağ koymak.
Hazır açılmışken riske girmeyip keçeleri de değiştirmeyi unutmayın 🙂
Buraya tıklayarak youtube’daki amortisör yağı değişimi videolarını görebilirsiniz.
OMM – Motosiklet Kontrol Sistemi olarak adlandırılan ve güvenli sürüşün ABC’si kabul edilen sistem, (aynı zamanda sistemli sürüşün beş aşaması olarak da bilinir) 5 aşamadan oluşmaktadır:
Bilgi Bakış: bilgiyi al ve ver, değerlendir, karar ver (TATKU, SIPDE)
Konum Verdiğiniz karar uygun konumu alma, doğru yere/noktaya yerleşme
Hız Seyir hızınızı o anki şartlara ve planınıza uygun seviyeye getirme
Vites Vites kutusunda o anki hıza uygun motor devrini yakalamak için doğru vitese geçme
İvmelenme Hızdaki değişim, gaz aç ya da gaz kapa (negatif ivmelenme de var, unutmayalım)
Sayı 1 – Ekim 2012, Yazan: Paolo Volpara (OMM Derneği kurucusu), Çeviren: Aylin Öztürk
OMM aylık bültenin son sayısını Mayıs 2011’de göndermiştik: 12. yılında106. sayısıydı. 2000 yılı Ocak ayında yayınladığımız ilk sayıdan itibaren 137 ayda beş okuyucumla olan 31 randevumu kaçırmıştım.
Ardından bir sessizlik; ve OMM’nin küçük dünyasında ve Türk motosiklet camiasında birçok değişim: yeni yetkin sürücüler ve yeni ustalar öne çıktı, kıdemli sürücüler ortadan kayboldu ya da başka sporlarla ilgilenmeye başladı, dostlar hızlı arabalar aldı ve motorları satılığa çıkardı, sözde profesyoneller eğitim vererek ve camiayı unutarak para kazanmaya başladılar, kendini profesyonel olarak adlandıranlar tutku ve cömertlikle ücretsiz eğitimler verdiler, yeni yetkin ve hevesli sürücüler eski ve yeni fikirler ortaya attılar, yeni kulüpler ortaya çıktı, eski siteler yok oldu. Déjà vu: Motorcunun göletindeki olağan devinimler.
Büyük şehir “ton polin”* İstanbul’dan ayrılarak evimi, motora binmenin (on ve off road olarak) teoride daha iyi, ancak pratikte kapitalist bir toplumun kamu yollarını koruma şekli ve aynı toplumun emniyet güçlerinin meraklı ve açgözlü doğası nedeniyle berbat durumda olduğu Türkiye’nin güney kıyısına taşıdım.
Motor sürme faaliyeti devam etti ve sürerken düşünme veya düşünürken sürme alışkanlığı asla kaybolmadı: iki teker üzerinde yola çıkmak benim için hala tıpkı eğitim salonumdaki tahta sıralara oturup öğrenerek zaman geçirmek gibi.
Paralel dünyalar ve sürüşlere dair hikayem hep fazla paylaşma arzusu duymadan bir köşede duruyordu: “sürmek bir düşünme yoludur” doğru ancak sessizce.
Arzu yoksunluğu aslında bir tür disiplin yoksunluğudur.
Motosiklet maharetli, çekici, merak uyandırıcı ve ek olarak tehlikenin cazibesine sahip bir öğretmen, ölüm kalım meselesiymiş gibi dikkat edilmesini bekleyen sert bir profesör gibi çağırır. Banal yanıt nedir? Her zamanki şiddet… kontrol sahibi olmak.
Hepimiz “kontrollü” olmayı severiz: kulağa daha güvenli gelir ve daha havalı görünür. Konserve açacağının kontrolünü elde tutmaktan, hayatın kontrolünü elde tutmaya kadar hep aynı şey geçerlidir.
Kontrol sahibi olmanın bir bilgi ve yetkinlik göstergesi olduğuna inanırız ve gerçekler karşısında şaşıran (afallayan), kontrol sahibi olmayan kişilere “aptal” deriz.
Yazın sıcak bir Pazar gününde motora binerken ben de tüm bunları düşünüyordum: Türkiye’nin güney kıyılarındaki dar dağ yollarında her şey çok hızlı ve öyle şaşırtıcı biçimde gelişir ki, kontrol üzerine pek çok fikir doğmasına neden olur.
Paralel dünyamda, yaşamımızda nasıl davranış sergiliyorsak motor üzerinde de aynı biçimde davrandığımızı düşündüm: merkezde olmanın ve çevremizde olup bitenleri kontrol altına almanın hayaliyle kendimizi rahatlatıyoruz; bizler çekirdeğin ve dış çeperin efendileri, Batlamyus’un öğrencileriyiz.
Kopernik bile nafile: Jeosentrik (yermerkezli) sistemin yüzyıllar önce aksi ispatlandı ancak hala bizlerin kişisel sisteminde yer alıyor: ben, güneş, diğerlerine karşı, doğaya, asfalta, virajlara karşı.
Nihayetinde, biri şöyle düşünebilir: Ben birçok saygın eğitim kurumundan resmi belgelere sahip “sertifikalı yetkin bir sürücüyüm”, saygın öğretmenlerden Sistemi öğrenmek için sürüş hayatımın büyük bir bölümünü ağır bir disiplin ve gözlemle geçirdim ve geçiriyorum. Benim kontrol sahibi olmaya hakkım var.
Sonuçta ben resmi bir yöneticiyim, sertifikalı bir eş veya belgelenmiş bir kocayım, profesyonel bir baba veya vasıflı bir anneyim, onaylanmış istediğiniz herhangi bir şeyim…
Kontrol sahibi olmak için eğitildim, haklı bir şekilde kontrol sahibi olmak için yeterli derecede zeka, deneyim ve takdir sahibiyim.
Gerçeklik benim kurallarıma itaat eder ve ben kendi irademle onu değiştirebilirim.
İşte bu yüzden eğitim alıyoruz, değil mi? Böylece kontrol sahibi olabilelim, güvenli sürebilelim, ve belki de arkadaşlarımıza aynısını nasıl yapacaklarını anlatabilelim diye.
Ve sonra birden yol aniden kıvrılır ve koca kamyon ne çizgisindedir ne de şeridinde. Sonra daha fazla alan yoktur ve karşınızda dipsiz boşluğu bulursunuz.
Sonra bu burada olmamalıydı. Sonra şu tahta parçası mevcut iki tekerden birinin önüne düşer.
Sonra tekerin biri gider ve denge kaybolur ve dikey yataya döner. Sonra köpek atlar. Sonra “Kontrol edebilirim” diye düşünürsün ve sonra kontrol edemediğini anlarsın.
Sonra şaşırırsın ve darbeye hazırlanırsın. Sonra bir yerlerin kırılır, yaralanırsın, ölürsün. Sonra anlarsın ki “kontrol sahibi olmak” sadece bir hayalmiş, internetten satın alabildiğiniz ancak gerçek yaşamda kullanamadığınız güzelce paketlenmiş bir ürünmüş.
Hayat bağımlı olmak ve bütünlüktür: ne kadar uzun yaşarsanız kontrol etme girişiminden uzaklaşırsınız: zamanın, yerin ve insan dediğimiz yedi milyar hücrenin akışına nasıl kapılacağımızı öğrenmenin basit sürecidir bu.
Geçiciliği yaşamak, her şeyin değiştiğini ve her şeyin kontrolümüz dışında ama farkındalığımız dahilinde dönüştüğünü bilmek: mutlu bir öğrenme için iyi bir reçete gibi geliyor bana. Ve tabi mutlu bir sürüş için de.
Yol Sanatı Sistemini çalışmaya ve uygulamaya başladığımız zaman bize çevremize olan farkındalığımızı nasıl koruyacağımız ve farklı sürüş durumlarındaki en iyi aksiyon/reaksiyonlar anlatılmıştı.
Sistemin uygulanmasının, en iyi aksiyon/reaksiyonu uygulamak için bize zaman ve yer kazandıracağı söylenmişti; Sistematik Sürüşün beynimizi daha iyi kullanımını sağlayarak daha güvenli hale getireceği anlatılmıştı.
Bize asla sihirli bir değnekle yol, sürüş ve motorun güvenli bir kombinasyona dönüşeceği ve “güvenli” olacağımız söylenmedi.
Bize asla kontrol sahibi olacağımız söylenmedi. “Total Control” (Tam Hakimiyet) kitabının başlığına rağmen bile Lee Parks o kadar arzulanan kutsal kaseyi sunamadı. Güvenli mi Maraton adam?
Christian Szell: Güvenli mi… Güvenli mi?
Babe: Bana mı diyorsun?
Christian Szell: Güvenli mi?
Babe: Ne güvenli mi?
Christian Szell: Güvenli mi?
Babe: Ne demek istediğini anlamıyorum. Kesin olarak neden bahsettiğini anlamadan birşeyin güvenli olup olmadığını söyleyemem.
Christian Szell: Güvenli mi?
Babe: Neyi kastettiğini söyle bana.
Christian Szell: Güvenli mi?
Babe: Evet, güvenli, çok güvenli, o kadar güvenli ki inanamazsın.
Christian Szell: Güvenli mi?
Babe: Hayır. Güvenli değil… çok tehlikeli, dikkatli ol.
O kadar güvenli ki inanamazsın ve biz bu eğitime “Kontrol” diyoruz.
Hakimiyet vermek için tasarlandığını düşünebiliriz, oysa ki yalnızca bir makineyi nasıl kontrol altında tutacağımızı öğretir. Durumu, çevresel şartları, ilişkiyi, olayı kontrol altına almak, bir aletin işlemesini kontrol altına almak kadar kolay değildir.
Motoru kontrol altına alabilirsiniz ancak insan /motor /yol /çevre /trafik /hayvanlar /vs. kombinasyonunu kontrol altına alamazsınız.
İnsanlar hayatına devam eder, dostlar bizi terk eder ve biz dostlardan uzaklaşırız, sahip olduklarımız elimizden alınır, insanlar ölür ve doğanın hediyeleri solmaya başlar: güzellik, esneklik, görüş, atiklik. Hızla veya yavaş yavaş, rutin halinde ya da hiç beklenmedik şekilde, kaçınılmaz sona doğru döneriz ve acı çekmeye başlarız ÇÜNKÜ kontrol sahibi olmadığımızı fark ederiz.
Motora bineriz, çünkü biz ölümsüzüz; yine de bir hatıra olmayı umarak yaşarız; sürmeye devam ederiz çünkü “diğerleri kaza yapar” ama biz yetkiniz, güvenliyiz ve her şey kontrolümüzde. Ve sonra yol aniden kıvrılır ve koca kamyon ne çizgisindedir ne de şeridinde, sonra köpek atlar ve iki teker artık yeterli değildir: zaman, alan ve yol tutuşu yokluğundan dolayı kontrolü kaybederiz.
Kontrol efsanesini, düşünen insanın yok etmesi, düşünen sürücünün de terk etmesi kolaydır.
İşte yol eğitimini sevmemin ve güvenli alan ya da pist eğitimlerini pek sevmememin nedeni budur. Bu yüzden eğer bir yarış yoksa pistte sürmekten keyif almam. Normalde pist eğitiminde öğrendiğiniz şey “viraj almaktır”, çünkü bir pistteki düzlükler herhangi bir sürpriz veya atraksiyon içermez.
Sonra “düzlüklerden nefret eden” ve bir bağımlının günlük dozunu araması gibi “viraj arayan” bir sürücü olarak yola geri dönersiniz. Tüm ilgi viraj alma üzerinedir ve tüm sohbet, kuru sıkı atmalar, anlatılan hikayeler ve övünmeler, milimetrik olarak nasıl “ağırlık aktaracağını”, nasıl “peglere yükleneceğini” ve nasıl (sihirli)kontrayı vereceğini bilen bir profesyonel gibi, bir pilot gibi hissettiğiniz ve kendinizi içerden öyle gördüğünüz o sihirli an hakkında konuşarak sürer gider.
Sıradan bir öğleden sonra ya da zorlu geçen yaşamın gri anlarında, çevrenizde partneriniz dışında “kontrol sahibi olmanızı” takdir edecek başka kimse olmadığında değil de; kişisel ihtişamınızın görüleceği öğle yemekleri, akşam yemekleri ve kokteyl partileri için iyi bir hayat arkadaşı olmak gibi.
Özel anlara odaklanmak hem hayatta hem de motor sürüşünde fazlasıyla basite indirgeyici ve ilkeldir: Sistem eğlencelidir çünkü virajlarla, düzlüklerle, yolun yarı kıvrımlı ve inişli çıkışlı bölümleriyle eğlenir.
Güneşli, yağmurlu ve şöyle böyle günler için bir metod sunar: Sizi iyi anlarda destekleyen ve kötü anlarda devam edebilmeniz için nedenler veren güzel bir yaşam felsefesi gibidir.
Sistem tüm durumlarda (sadece virajlarda değil), neyin neden yapılması gerektiğini bilen dört dörtlük bir sürücü için bir metod sunar. Nietzche der ki “Eğer nedenini biliyorsan, her şekilde yaşayabilirsin”.
Nasıl viraj alınacağı değil, sadece Jorge Lorenzo’ya benzemek gibi değil, aynı zamanda her durumda “düşünen bir sürücü”ye benzemek, tüm keyif ve acıları metodolojik bir yaklaşımla karşılamak. Kendini kişisel farkındalığa alıştıran ve Delphi hatırasının “Kendini bil”, γνῶθι σεαυτόν** vecizesine cevap veren bir insan gibi.
Farklı durumlara bağlı olarak beynimi sık sık kapalı ve açık konuma getirdiğimi hissediyorum.
Beyin ve farkındalık gerektiren durumlarla (virajlar), beynimi kullanmadan, düşünmeden, farkındalığım olmadan, otomatik pilotla halledebileceğim durumları kategorize ediyorum.
Kalıcı farkındalık Sistemdir ve Yol Sanatı Sistemi bizi her an farkında olmamız için eğitir.
Kişisel farkındalık zeki bir insanın saf eylemi olarak görülebilir ve “zeki” genel olarak motorcular arasında popüler değildir. Bir Albert Camus deyişini kullanacağım: “Zeki birisi mi? Evet. Ve asla inkar etmeyin. Zeki insan, zihni kendi kendisini izleyen kişidir. Bunu sevdim, çünkü her iki yarı olmaktan mutluyum, izleyen ve izlenen. ‘Bu ikisi bir araya getirilebilir mi?’ bu pratik bir sorudur. Bunun üzerine düşünmeliyiz. ‘Zekayı küçümsüyorum’ demek gerçekte: ‘Şüphelerime katlanamıyorum’ anlamına gelir. Aynı zamanda “Kontrol bende” demektir.
Paolo Volpara
Volpara@homemail.com
MOTOSİKLETE BİNMEK TEHLİKELİDİR
Motora binmeden önce iyi bir yemek yediğinizden (son yemeğiniz olabilir) ve iyi hazmettiğinizden emin olun. Asla, yani asla, boş mideyle motora binmeyin: gerçekten korktuğunuzda belli edecek bir şey olmaz. Kazaların hiçbiri kazayla olmaz: sizin aptallığınızdır, sizin hatanızdır ve bedelini ödersiniz.
HİÇBİR ŞEY MOTORA BİNMEKTEN DAHA TEHLİKELİ DEĞİLDİR
Burnunuza kulak tıkacı takmak ciddi oranda koku alma duyunuzu ve yüzünüzün estetiğini azaltabilir: aynı şey dar botlar ve iç çamaşırları için de geçerlidir. Eğitime çok fazla zaman ayırmak yorucu olabilir. Diğer tür aktiviteler üzerine eğitim alırken motora binmek son derece tehlikelidir ve bazı ülkelerde (Türkiye dahil) yasa dışıdır. Eğer sigara içiyorsanız, kapıyı açmadan önce ne içtiğinizi kontrol edin. Son olarak, güzel olan her şey tehlikelidir, yasaktır veya şişmanlatır ancak motora binmek selülit oranını azaltabilir ve kepekleri yok edebilir.
İYİ ÖRNEK VER YA DA KÖTÜ BİR UYARI OL
Hızlı sürme, sert sürme ve uzun süre boyunca ve uzun mesafe sürme. Motorunun beygir gücünü kullanma (o sadece eğlencesine ve sohbet olsun diye konulmuştur), annene, partnerine veya sevgiline garajda bir motorun olduğunu söyleme. Ne yaparsan yap daima korumalı kıyafetler giy. Ve bu arada hayattan keyif almaya da bak.
*Çevirenin notu: “ton polin” – Antik Yunanca’da “eis ten polin”, “şehre” anlamına gelen ve zamanla İstanbul kelimesine dönüşen öbekten oluşturulmuş, “şehir” anlamına gelen kelime.
**Çevirenin notu: “γνῶθι σεαυτόν” – bir antik Yunan vecizesi. Okunuşu: gnothi seauton. Bu cümle Delphi’deki Apollon Tapınağı’nın girişinde altın harflerle yazılıydı
Motosiklet arka teker kayma durumunda tutuşu yitirir ve düşer. Bu durum bir çok sebeple olabilir ve iyi bir motosiklet sürücüsü buna hazırlıklı olmalıdır.
Videodaki yol, kaymasıyla ünlü bir parkur (Mulholland). Bunun sebebi yanlış verilen komutlar yüzünden motosikletin arka teker tutuşu yitirmesi.
Videoda dikkatiniz çekmek istediğimiz nokta arka teker sıyırdığı zaman herkesin gösterdiği tepki:
“Peglere Çıkmak”
Ayaklıklar üzerinde yükselmek ağırlığı aşağıya taşır > tutuşu geri getirir
Sizi yükseğe alır > bakışınız yükseltir ve düzeltir, > yukarıda olduğunuz için kollarınızı kasmaktan kurtarır > daha rahat ve doğru komutlar vermenizi sağlar…
Hatalar
Yolun, lastiklerin tozlu olması (ince toz çok kaygandır).
Toz, tutuşu çok düşürür, ıslaklık kadar tehlikelidir. Ayrıca, araçlar geçtikçe yolun dışına itilir yani virajların dışı hep toz biriktirir. E biz de viraja dış çizgiden girdiğimiz için tozlu alana girmiş oluruz.
Bu yüzden: tozlu yollarda viraja çizginiz en dış çizgi olmamalıdır.
Viraja Doğru Hızda Giriş = Hızlı çıkış Viraja Hızlı giriş = Çıkamayış
Dönmeye doğru hızda başlayın, gaz açarak çıkın, girdiğinizden hızlı çıkın.
Ama viraja fazla hızlı girerseniz, çıkamazsınız.
Virajda Vites Değiştirme
Vites değiştirirken ağırlık ön tekere yığılır, yani arka teker hafifler, tutuşu birden azalan arka tekere güç yollamak ()gaz açmak) = arkadan kayma.
Gazı dolu (gücü hazır) tutmak belki “kontrollü sıyırıp” kurtulmaya yardımcı olur.
Ben bu güzel olmayan yolda yatırıp gaz açarak çizgiyi koruma işini beceremiyorum.
Hadi kazınmış yol ve asfalttaki çizikler bir derece fakat o kazınmış yolların kot farkı var ya, işte onları sallamadan sürüş yapamıyorum ben. Neden derseniz önceki de, bu motosikletim de o kot farkına gelince yatıyor ve yön değiştiriyor. O sebeple yoğunlaşmam o noktalara kayıyor ve tedirginlikten gayri ihtiyari gaz kapıyorum.
Bu gün zorladım hem Futura‘yı hem de kendimi. Son iki sürüşümde devamlı yüksek devir ve ara ara devir kesiciye girecek kadar tepesine çıkma şeklinde sürüyorum. Gerçekten de yüksek devir, kırmızı çizgi yakınları farklı; daha büyüleyici, daha pürüzsüz, daha sesi güzel, daha bir yola uygun, viraja yakın. Olmak istediği bu işte bir motosikletin.
Bu arada böyle tepesine çıkınca devamlı gazı doldurup gidince ortalama yakıt tüketimi 100 km.’de 10 lt. civarı.
Kolum, sırtım acımadı o kadar zorlamama rağmen kendimi. Kolları serbest bırakma ve dirseklerden sallama iş e yaradı yarıyor; siz de yapın.
İyi sürenlerle sürün ve sizi değerlendirmelerini isteyin. Ama sizin iyiliğiniz için eksiklerinizi gözleyip söyleyen adama izahat vermeyin! Adam haklı, siz istediniz; bari susmayı becerin (ben zor beceriyorum da).
Ben viraj çıkışı gaza oturup açmayı açmayı açmayı seviyorum. Viraj öncesi ise tekrar kısmayı, viraja yavaş girmeyi fakat hızlı çıkıp daha da hızlanıp o ivmelenmeyi ve yavaşlamayı seviyorum. Motosiklet kullanmanın benim için güzel tarafı bu. Oysa “sistem” bir hız seç ve o hızla git dön çık devam et; ortalama hızın o (neredeyse sabite yakın bir sürat) olsun diyor. Onun için uygun makine GS1200, fakat ben onun için enduro GS falan kullanmıyorum, o sebeple agresif motosikletlere bakıyorum.
Sistem bu aşamada bana viraja taşıdığın hızı arttır, sonuçta sen ve ben yolu aynı sürede yapıyoruz diyor, ki haklı. Doksanla çıkıyorsun, yüz yirmiye kadar tırmanıyorsun, tekrar seksen, çıkışın yine doksan diyor. Oysa o 90 ile sabit dönüyor çıkıyor giriyor. Evet, aramızda fark yok, ve ben daha çok iş yapıyorum evet. Fakat ben henüz sistemi iyi uygulayanlar kadar göremiyorum çıkışı. Onların mesela 80’le girdiği viraj bana göre en iyimser ihtimalle 65, bilemedin 70 km. süratlik viraj. Bakalım zamanla ne olacak?
Mesele hızlı gitmek değil, seni o sürate çıkaracak görüşü elde etmek. Ona çalışmam lazım. Ödevim bu.
Yağmurla başladık, ıslaktı hep yerler.
Destek gazı olduğu sürece arkası her zamanki gibi. Geçen hafta da, bu defa da bir kere sıyırmadı, hatta huzursuzlanmadı bile arkası.
Tabii ki dirsekleri serbestleştirmek, gidonu serbest bırakmak ana kuralı; unutmayalım. Biraz da ondan rahat gittim ve ufak dalgalanmalara izin vererek dengesini bozmamayı becerdim Futura’nın.
Yani lastikler ısındıktan sonra ıslak zeminden korkmayın. Ben denedim ve yüklendiğin gaz ve ciddi kompresyon, hatta ağırlık transferini yaptıktan sonra serte yakın fren bile ıslakta sorun değil (not: beyaz çizgiler, boyalı yüzeyler hariç; aman dikkat, o noktalar çok kayganlar).
Kulak tıkacı, kulak tıkacı, kulak tıkacı: takın.
Vizör buğu ? Bir tık açın vizörü, hem çok soğuk değil, hem buhar hızlı gidiyor. Ek işe yarayanlar:
Ağızlığı aç , önden gelen hava buğuyu engelliyor gibi sanki,
Neoprendi sentetikti balaklava ağzı ve burnu örtüyorsa buğulanmayı arttırıyor, çek alltan sıyır burnundan-ağzından; fark ediyor, buğu azalıyor.
Sürat arttıkça buğu azalıyor (ön havalandırmadan gelen hava arttıkça).
Gerçekten oluyor, zira artık normalim oldu. Engin bugün: “Abi fren lambaların çalışıyor mu?” dedi. Onu şaşırtan şehir içi ve dar manevralar olmuş, “Oralarda da yanmıyor, o nasıl oluyor?” dedi. Demek ki iyi planlama ve doğru seçimler frenleme ihtiyacını ortadan gerçekten kaldırıyor…
Birisi pilot, birisi kasap; bir üçüncüsü sabah beş buçukta yola düşüp bizler için Balıkesir’den İzmir’e geldi. Pilot olan gece bir buçukta evine gelmiş uçuştan, tüm gün bizimle uğraştı; grup olarak değil teker teker aldı bizi, gitti geldi aynı yolu defalarca; akşam yedi buçukta tekrar evden alacaklardı yeni uçuş için, olmaz dedi, şu virajlı yollarda erkesi teker teker alayım da tam olsun dedi.
Bu adamlar eğitmen ya da ROADAR seviyesinde adamlar. Bizden para almadılar. Anlattılar, gözlediler, bir daha gözlemlediler, bir daha anlattılar. Bizlere bir şeyler vermek için, bir şeyler katmak için çabaladılar. Biz gün boyunca verilen molalardaki çaylarını ödedik diye de rahatsız oldular…
Şimdi ya motosiklet böyle bir şey, ya ART’ın hocası da iyi öğrencisi de adam gibi adam, ya da bizler çok şanslıyız. Benzinlerini de ceplerinden mi ödediler bilemiyorum 🙂 fakat bizler bu gün için kimseye para ödemedik.
İşte böyle şeyler yaşadıkça hem bu işe başladığıma, hem kulüp işine bulaştığıma, hem yönetim kurulu üyesi olarak çektiğim sıkıntılara, hem de camiadakilere yarattığımız faydalara dayanarak: “Motosiklet güzel şey!” diyorum.